Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu

Tam Bağımsız yargı ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu

Şerafettin Can Atalay hakkında Gezi Davası olarak bilinen dava ile ilgili olarak yapılan yargılama sonunda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanık tarafından bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Yapılan yargılama sonunda sanığın istinaf başvurusu reddedilmiştir.

Sanığın istinaf mahkemesi kararını temyiz etmesi nedeniyle dosya Temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Dosya Yargıtay 3. Ceza dairesinde bulunduğu sırada milletvekili genel seçimleri yapılmıştır. Şerafettin Can Atalay  14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi 28. Dönem Hatay milletvekili olarak seçilmiştir.

Milletvekili seçilmesinden sonra avukatları aracılığı ile yargılamanın durdurulması ve tahliyesine karar verilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Yaptığı başvuru reddedilmiştir. Tahliye talebinin reddedilmesi üzerine Özgürlük ve Güvenlik Hakkının, Adil Yargılanma Hakkının ve Seçme Seçilme Hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

Bireysel Başvuru hakkında henüz bir karar verilmeden Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28.9.2023 tarihli kararıyla Can Atalay hakkındaki mahkumiyet kararının onanmasına karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi 2023/53898 Bireysel Başvuru numaralı dosyada yaptığı inceleme sonunda 25.10.2023 tarihinde Şerafettin Can Atalay’ın, Özgürlük ve Güvenlik hakkı ile Seçilme Hakkının ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için dosyayı İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 30.10.2023 tarihli kararı ile dosyadan el çektiğini, Can Atalay hakkındaki kararın Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onandığını belirterek,  ihlal bildirimi ile ilgili olarak karar verme görevinin Yargıtay 3. Ceza Dairesine ait olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay’a göndermiştir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 08.11.2023 tarihli kararı ile Şerafettin Can Atalay hakkında verilen Mahkûmiyet kararının onandığını, Anayasa’nın 14. Maddesinde Temel Hakların Kötüye Kullanılması yasağı düzenlendiğini ve bu düzenlemenin açık olduğunu, başvurucunun Gezi Eylemleri olarak adlandırılan protestolar sırasında Temel Hakları Kötüye Kullandığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aştığını, Yargıtay kararlarını denetleyen temyiz mahkemesi gibi hareket ettiğini iddia ederek tahliye  talebini reddetmiş ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI

1982 Anayasasında kazuistik yöntemle düzenlemeler yapılmış ve ayrıntılı değerlendirmeler yapılmıştır. 146, 154 ve 155’inci maddelerinde yüksek mahkemeler; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay olarak düzenlenmiş olup, birbirlerine üstünlük sıralaması öngörülmemiştir. Anayasal düzenleme dikkate alındığında yüksek mahkemelerin görev alanlarının ayrı olduğu ve aralarında altlık üstlük ilişkisi bulunmadığı görülecektir.

Yerel mahkemeler tarafından verilen kararlarda hak ihlallerinin olduğu iddiası ile AİHM önüne giden başvurularda Türkiye aleyhine çok sayıda ihlal kararının verilmesi ve bu kararlar nedeniyle yüksek oranlarda tazminatların ödenmesi nedeniyle, Anayasa’nın 148. Maddesinde yapılan düzenleme ile bireysel başvuru yolu açılmıştır.  Yapılan düzenlemede; “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilirdenilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile hak ihlallerinin önüne geçilmeye çalışılmış ve Anayasa Mahkemesine insan hakları konusunda yargılama yapma yetkisi verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar bağlayıcı olup, bütün yargı makamlarını, kamu kurum ve kuruluşlarını, özel ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Bu durum Anayasa’nın 153. maddesinde  “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” şeklinde düzenlenmiştir. Bireysel Başvuru üzerine verilen kararlar açısından istisna düzenlenmediğinden, bireysel başvuru üzerine verilen kararlar da bütün kişi ve kurumları bağlamaktadır.

Yine yüksek mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı çıkması halinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının esas alınacağı ve Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karara göre yetkili ve görevli yüksek Mahkemenin belirleneceği Anayasa hükmüdür. Anayasa’nın 158/3 maddesinde bu durum; Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır” şeklinde düzenlenmiştir.

Yukarıdaki düzenlemeler dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali kararlarının zaman geçirilmeden uygulanması gerekmektedir.

MAHKEMELERİN BAĞIMSIZLIĞI VE CAN ATALAY KARARI

Anayasa da mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiştir. Mahkemelerin bağımsızlığından kasıt karar alırken hiçbir kurum veya kişiden emir almaması, kararlarını Anayasa, Kanun ve vicdana uygun olarak vermesidir.

Mahkemelerin bağımsızlığının sözde kalmaması, gerçek anlamda bağımsız olabilmesi için görev yapan hakimlerin bu konuda dikkatli davranması gerektiği gibi, HSK ve yüksek mahkemelerin de yargı bağımsızlığını koruyacak şekilde hareket etmeleri gerekmektedir.

Yargı bağımsızlığının Anayasa ve yasalara yazılması yeterli değildir. Yazılı metinlerin içeriklerinin doldurulmadığı durumlarda, süslü cümlelerle yazılan yazıların bağımsızlığı sağlamadığı çokça görülen bir durumdur.

Yargı bağımsızlığını sağlayacak en önemli konu Yasama, Yürütme ve Yargı’nın ayrılması, görev ve yetki sınırlarının iyi belirlenmesi,  yasama ve yürütmenin yargıyı etkileyecek ve onun tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedeleyecek müdahalelerinin önüne geçecek düzenlemelerin yapılmasıdır.

Mevcut yargı sisteminde yerel mahkemelerde görev yapan hakim-savcıları mesleğe kabul eden, tayin ve terfilerini yapan ve haklarında disiplin kovuşturması yapma yetkisi bulunan HSK üyelerinin bir kısmı yürütmenin kontrolündeki yasama organı tarafından, bir kısmı ise yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Yürütmenin etkisi ile oluşan HSK aynı zamanda Yargıtay üyelerini seçmekte ve bu üyelerin hangi dairelerde görev yapacağını belirlemektedir. Bu durum yargı bağımsızlığının önündeki en büyük engeldir.

Ayrıca yargının siyasallaştığı ve uzun zamandır belli dünya görüşü ve belli siyasi çizgide bulunan kişilerin hakim ve savcı olarak atandıkları bilinen bir gerçektir. Büyük çoğunluğu itibariyle yeterli donanıma ve liyakate sahip olmayan kişilerin hakim ve savcı olarak atanmaları ve bu kişilerin siyasi davaların görüldüğü Mahkemelerde görevlendirilmeleri de yargı bağımsızlığının önündeki engellerden birisidir.

Somut olay bakımından değerlendirildiğinde; siyasi bir dava olan Gezi Parkı davasında mevcut siyasi irade sanıklar aleyhine açıklamalar yapmıştır. Yerel Mahkeme tarafından verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulmasından sonra yapılan seçimde sanık milletvekili seçilmesine ve  Enis Berberoğlu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu dosyalarında verilen bireysel başvuru kararlarında hak ihlalleri tespit edilmişken Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından Anayasa Mahkemesi kararları dikkate alınmadan sanık hakkındaki karar onanmış ve sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine yapılan değerlendirmede, kendi kararları ve AİHM içtihatları dikkate alınarak Can Atalay’ın Özgürlük ve Güvenlik Hakkının ve Seçilme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere verilen karar yerel mahkemeyi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesini bağlayıcı bir karardır.

Yerel Mahkeme, Anayasa’nın 158/3 maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi’nin kendisini görevli olarak tayin ettiği dosyada Can Atalay ile ilgili verilen ihlal kararlarının etkisini ortadan kaldıracak şekilde tahliye kararı vermesi gerekmektedir. Ancak önce Adalet Bakanının “kararın gerekçesini görmek lazım” demek suretiyle yakılan işaret fişeği ve daha sonrasında ise siyasal iradeyi temsil eden kişiler tarafından yapılan açıklamalardan sonra Anayasa’nın açık hükmüne aykırı olarak yetkisizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi de aynı yönde hareket etmiş ve Anayasa’ya aykırı olduğunu bilmesine rağmen ihlal kararının geçersiz olduğunu iddia ederek tahliye istemini reddetmiştir. Bununla da yetinmeyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

Yerel Mahkemenin ve Yargıtay’ın kararları açıkça Anayasa’nın ihlali mahiyetindedir. Hukukun hukukçular ve daha vahimi hakimler eli ile ayaklar alınması nedeniyle yeni bir hukuk krizi oluşturulmuştur.  Oluşan/oluşturulan bu hukuk krizi siyasal iradeye yeni bir anayasanın zorunlu olduğu, mevcut anayasanın ihtiyaçlara cevap vermediği şeklinde propaganda yapma imkanı sağlamıştır. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesine de siyasal iradenin istemediği kararları vermesi halinde uygulanmayacağı ve Anayasa Mahkemesinin itibarının zedeleneceği şeklinde gözdağı verilmiştir.

Yerel Mahkeme ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararlarının açıkça hukuka ve Anayasa’ya aykırı olduğu açık olmasına rağmen mevcut iktidar ve yürütme organı üyeleri Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararını sahiplenmişlerdir. Bu durum da verilen kararın siyasal iradenin telkinleri ve yönlendirmesi ile verildiği izleniminin oluşmasına neden olmuştur.  Yerel Mahkeme ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi verdikleri kararla, Yassı Ada Mahkemesi reisi Salim Başol’un “sizi buraya tıkan irade bu şekilde karar verilmesini istiyor” sözünü modern yorumu ile yeniden seslendirmiştir.

Yerel Mahkemeler ve Yargıtay, uzun süredir siyasi davalarda evrensel hukuk kurallarını ve kendi içtihatlarını dahi uygulamamakta ısrar etmektedir.  Somut olaydaki kararla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yargının bağımsızlığı söyleminden, yargının “Anayasa’dan, kanunlardan ve hukuktan” bağımsızlığı şeklinde bir sonuç çıkardıkları anlaşılmaktadır.

Siyasallaşan ve bağımsızlığını kaybeden yargının yetkisini kötüye kullanacak kişiler elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılabileceğini mevcut uygulamalarla bir kez daha görmüş olduk.

En kısa zamanda, en zor ve tehlikeli zamanlarda “Berlin’de Alman Hakimleri var” diyebilen Alman vatandaşları gibi “Ankara’da Türk Hakimleri var. Hakkımı mutlaka alırım” diyebileceğimiz günlere ulaşmak dileğiyle.

Av. İbrahim Güllü