Atatürk’ün Harp Akademisi’nden arkadaşı Asım Gündüz, genç Mustafa Kemal’i anlatıyor

Atatürk’ün Harp Akademisi’nden arkadaşı Asım Gündüz, genç Mustafa Kemal’i anlatıyor

Mustafa Kemal, çok güzel giyinir, çok güzel konuşur, kimseyi kırmaz, terbiyeli bir çocuktu. Dikkati çeken fikirleri vardı. Etrafına topladığı arkadaşlarıyla cesaretle konuşuyor, onları kısa zamanda tesiri altına alıyordu. Birçok vatan şiirini sık sık tekrarlıyordu. Namık Kemal’in bütün şiirlerini bir defterde toplamıştı. Bütün arkadaşlarla ezberlemiştik.

Yabancı dile karşı büyük bir hevesi vardı. Her tatilde Selanik’te bir Fransız okulunun tatil kurslarına giderek lisanını ilerlettiğini söylerdi. Bu maksatla Beyoğlu’nda bir Fransız madamına pansiyoner oluştu. Bu kadın İttihatçıların Paris’te yayınladıkları gazeteleri getirtiyor ve Mustafa Kemal’e veriyordu. Aynı zamanda Fransızca dersi veriyordu. Bizler vatan, millet ve Türklük fikirlerini ilk defa Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk.

Her cuma akşamı sınıfta toplanıyor, kapılar kapandıktan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor, tıpkı konferansçılar gibi Paris’ten gelen Türkçe ve Fransızca gazetelerden okuduklarını bize anlatıyordu. O zamana kadar “padişahım çok yaşa” demekten başka şey bilmeyen bizler için Mustafa Kemal’in anlattıkları çok dikkat çekiciydi.

Bu konuşmalarından birinde aşağı yukarı şöyle demişti: “Tarihte inkılaplar önce aydın kişilerin kafasında fikir halinde doğmuş, zamanla toplumu sarmıştır. Bakınız, dünkü vilayetimiz Bulgaristan’ın bir milli şairi vardır. Bu şair, şiirleriyle Bulgarları kurtuluş hareketine çağırmıştır. Milletine, tarihine aşık olan bu sanatkar, kısa zamanda kitleye hakim olmuş, şiirleri halk arasında dilden dile dolaşmaya başlamış, beş yüz yıldır biz Türklerin çobanı olan Bulgarlar, onun gösterdiği yolla istiklallerine kavuşmuştur. Sırpların da iki gözü görmeyen bir milli şairleri vardır. O da aynı yoldan yürüyerek milletine milli duyguları, istiklal fikrini aşılamıştır. Yunanların da böyle bir milli şairi vardır. O da yıllar boyu eski Yunan medeniyetini şiirleriyle anlatırken ulusuna güç kazandırmak, hürriyet için birlik ve beraberlik şartını telkin etmek istemiştir. Bütün milletlerin böylesine çırpınan, milletini uyandırmak isteyen milli şairleri, aydınları vardır. Başka milletlerin şairleri, aydınları böyle çalışıp milletlerini uyarırlarken nereden bizim aydınlarımız, nerede bizim şairlerimiz? Bizim bir Namık Kemal’imiz var. O, Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Fakat ne şiirlerini okuyabiliyor ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Vatan Yahut Silistre piyesini bile temsil ettirmediler. Arkadaşlar, bizlere büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmeni olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yola yönelteceğiz.”

Hiç unutmam. Bir defasında kapıdaki gözcü arkadaş heyecanla nöbetçi subayının geldiğini işaret etmiş ve Mustafa Kemal üzgün ve öfkeli bir halde kürsüden inmek zorunda kalmıştı.

O zaman Türkçülük fikri, İslamlık ve Osmanlılık akımları kadar işlenmemişti. Bizler Osmanlılık potası içinde bütün Müslümanların birleşeceği inancındaydık. Bu inanç ve duygularla gerek Harbiye’de gerek Akademi’de Suriyeli, Iraklı, Hicazlı arkadaşlara samimi yakınlık gösteriyorduk. Buna karşılık onlar daima bizlerden ayrı kalıyor, çekiniyorlardı. Mustafa Kemal onların bu tutumlarına sinirleniyordu. Bir gün şöyle konuştuğunu hatırlıyorum: Göreceksiniz, bu Araplar bize bir oyun oynayacaklar. Hilafet ve benzeri müesseselerin hiçbir değeri yoktur. Onlar bir Arap imparatorluğu peşindedirler. Bunlar, Osmanlı imparatorluğunun temeline bomba koyacaklardır.