Ayıklanamayan Pirinç

Ayıklanamayan Pirinç

Saat gelmişti. Hızlıca bir yemek yapmalı yanına da bir güzel pilav etmeliydi kadın. Önce doğradı patatesi, havucu, soğanı. Birkaç domates de ekleyince oldu güzel bir yaz yemeği. Sıra pilava gelmişti. İsteksizce pirinç kavanozunu çekti raftan. Çok yorgundu. Ama yine de şu pilavı bir yapsam iyi olur diye düşündü. Dinlenecek zamanı yoktu. Çocukların okuldan gelmesi an meselesiydi.

Tek elle tutar mıyım acaba? Demeye kalmadan düştü elinden koskocaman kavanoz! Ne pirinç kaldı ne de kavanoz. Önce kala kaldı bir dakika kadar kadın. Eğildi baktı pirinçlere ve kırılan kavanozun parçalarına. Ayıklanacak gibi değildi. Aldı eline süpürgeyi. Ayrılamayacak kadar birbirine girmiş pirinç taneleri ile cam kırıklarını süpürmeye girişti. Tam o sırada zil neşeyle çaldı. Çocukların sesi geliyordu kapının ardından. Bıraktı yerdeki pirinçlere karışmış cam kırıklarını. Koştu. Gitti. Açtı kapıyı. Neşeyle seslendi çocuklara: “Hadi bakalım elinizi yüzünüzü yıkayın sonra terliklerinizi giyip gelin mutfağa. Çünkü pirinç kavanozu kırıldı. Ayağınıza batmasın.”

Tıpkı kırık camlar ile pirinçleri ayıklayamayacak olan mutfaktaki kadın gibi kaosun ortasında kalakaldık bir sabah uyanıp küçük Narin’in başına gelenleri öğrendiğimizde…

Ne yapacağız şimdi? Sakin kalmayı ve karmaşayı bir güzel süpürmeyi mi seçeceğiz? Yoksa o pirinç tanelerini cam kırıklarından tek tek ayıklayacak mıyız? Her şeye yeni baştan başlamanın bir yolunu bulabilecek gücümüz var mı?

Ne yaparız bilmiyorum ama ister terlik giyin ya da yalınayak! O camlar hepimizin ayağına battı bir kere. İzi kalacak. Her adımımızda o can acısını hissedeceğiz derinden.

Türkiye dün bir kez daha tezatlar ülkesi olduğunu kanıtladı. Batıda 9 Eylül Büyük Taarruz’un sona erdiği İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü gururuna sevinirken üzerimize üzerimize gelen doğunun kapkaranlık sis bulutları ile ölüm sessizliğine büründük!

Ne yazarsak yazalım, ne söylersek söyleyelim, isyan, küfür, gösteriler. Hiçbir şey 102 yıl önce oluşan birlik ruhumuzu geri getiremiyor.

Bugün Kazım Karabekir Paşa’nın kemiklerini düşündüm. Sızlıyor mudur acaba? Sızlıyordur büyük ihtimal.

Çünkü Karabekir Paşa, Halep, Sarıkamış, Irak, Çanakkale cephelerinde görev almış bir komutan olması dışında Anadolu’nun doğusunu kendi imkanları ile iyileştirmesi ile de bilinir.

Doğu Cephesi sınırları içinde savaştan etkilenen binlerce çocuğa kol kanat germiş, hayatını kaybeden anne babaların çocukları için vilayetlerde toplama merkezleri kurdurmuş; toplanan kimsesiz çocukları Erzurum’da himaye etmiştir.

Kazım Karabekir Paşa, kimsesizlere sadece himaye merkezleri açmakla kalmamış, gelişimlerine, okumalarına vatana millete yararlı birer vatandaş olmalarına ön ayak olmuştur. Erzurum Çocuklar Ordusu ve Sarıkamış Çocuklar Kasabası dönemin ses getiren oluşumları olarak kayıtlarda yerini almıştır. Hem kimsesizleri himaye etmesi bakımından hem de doğuda cephane onarımı ve bakımı için çocukların da yararlı bir şeyler yapması bakımından çok değerli faaliyetler yürütmüştür.

Karabekir Paşa, ölüm yıldönümünde uzun uzun başarı ve sosyal faaliyetlerini anlatmak istediğim çok değerli bir komutan olarak yer alıyordu. Onu Narin dosyasına dikkat çekmek ve ülkemizin değişen çehresini örneklendirmek için bugün burada anıyor olmaktan büyük üzüntü duyuyorum.

Çünkü ben bugün Büyük Taarruz’un 102. Yılı sebebiyle milletimizin daha da kenetlendiğini, Kazım Karabekir Paşa’nın başlattığı kimsesiz çocuklar için açılan mesleki ve askeri okulların meyvelerini çoktan verdiğini, artık ülkemizde boyunu bükük çocuklar değil fikri hür, irfanı hür demokrasiye inanan ailelerin yetiştirdiği çocukların yetiştiğini söylemeliydim.

Söyleyemedim.

Karabekir Paşa ve onun gibi değerli vatanseverlerin de bir zamanlar yaşadığını ispatlayabildim ancak.

Berna Deveci

BFDK Üyesi