Beton Yarası

Beton Yarası

30 yıl önce anlamı üzerinde çok da durup düşünmediğim bir şarkı, dün Sakarya sokaklarında dolaşırken birden canlanıverdi. Ete kemiğe büründü sanki. Gitmiyor! bozuk plak gibi kulaklarımda çınlayıp duruyor. Walkman ve kasetlerin popüler olduğu 90’lı yıllardı.

İrlandalı Cranberries (Kızılcıklar/cranberry dutgillerden bir meyve çeşididir) grubu, Türkiye dahil bütün dünyada çıkardıkları ‘’ No Need The Argue’’ (Tartışmaya gerek yok) adlı albümleri ile müzik listelerini kasıp kavuruyordu. Albümde yer alan Zombie ise adeta Türk Gençlerinin diline pelesenk olmuştu.

2000’lere 1 vardı. Ağustos’un 16’sını 17’sine bağlayan sıcak bir pazartesi gecesi idi. Çiçeği burnunda çift evleneli henüz bir ay olmuştu. Genç kadın mutfakta, pişen yemekleri servis tabaklarına yerleştirirken eşi salondaki yemek masasına çatal bıçak ve bardakları dizmek ile meşguldü. Bir arkadaşlarını daha evlerinde ağırlamanın heyecanı içindeydiler. Saat 21.00 gibi beklenen misafir geldi. Birlikte sofraya oturdular. Üçü de hallerinden memnun keyifle yediler. İçtiler. Güldüler. Eğlendiler. Sıra çay ve tatlı servisine gelmişti. Kızlar sofrayı toplamaya koyuldu. Kirli bulaşıklar mutfağa taşınırken çaylar ve tatlı sofrada yerini aldı. Bu sırada erkek, müzik setinin kaset çalarına Cranberries’in en sevilen kasetini yerleştirdi. Birden Dolores’in sesi evin duvarlarında yankılandı: “What’s in your hands… in your hands… zombie..” Anlamına takılmadan fondaki zombie’nin melodisi ile koyu bir sohbete daldılar. Şarkının hüzünlü anlamına inat üçü de gülüyordu…

Sımsıcak bir Ankara gecesinde güzel bir dost sohbetiyle şenlenmişti yeni evli çiftin evi. Çiftimiz, evlerinde sevdikleri arkadaşlarını ağırlıyor olmaktan mutlu; misafirleri ise sevdiği iki yakın arkadaşının evliliğini tebrik etmenin ve genç çiftin evinde ağırlanmanın keyfini çıkarıyordu. Saat 01.00 sularında istemeden de olsa birbirlerine veda edip uyumaya karar verdiler. Ertesi sabah üçü de işe gidecekti maalesef! Of bu güzel sohbetler hiç bitmeseydi keşke. Çaresiz birbirlerine iyi geceler dileyip odalarına çekildiler. İki saat ya geçti ya geçmedi. Elbise dolabının kapaklarının tangır tungur sesi ve çekmecelerin sarsıntıdan dolayı dışarı doğru açılan sesi ile irkildi genç çift uykusundan! Anlam veremediler. Uyku sersemi camlara ve pencerelere koştular. Çıt yoktu Ankara sokaklarında. Ama karşı apartmanın da ışıkları yanmıştı. Saate baktılar: 03.02 idi. Bir şey olmuştu ama ne! Televizyonu açtılar. 1999 yılında haberler o kadar da hızlı yayılmıyordu.

Yeniden uyudular. Sabah uyandıklarında Türkiye’nin kapkaranlık bir güne uyandığını acı bir şekilde öğrendiler. Bütün televizyon ve radyolar 7.4 şiddetinde meydana gelen, merkez üssü Gölcük olan depremden bahsediyordu. Ankara’dan İzmir’e kadar hissedilen deprem Marmara bölgesini kasıp kavurmuştu. İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova…

Sakarya’ya yolum düştüğünden beri 25 yıl önceki bu hatıralarım canlandı gözümde… İstanbul’da depremin ortasında kalan ailemle nasıl haberleştiğimi, o sabah işe gittiğimde ne yaptığımı hiç hatırlamıyorum. 17 Ağustos haftası yok benim hafızamda. Ben depremi sadece elbise dolabımın kapakları ve çekmecelerinin açıldığı şiddette hissetmiştim. Ankara’da baktığım bütün binaları televizyonda gördüklerim ile karşılaştırıyordum. Binalar temelinden nasıl sağa sola doğru pat diye devrilebiliyordu? Ya kağıt gibi üst üste düşen onlarca kat? Beyinim durmuştu. Yaşıyor muydum bilmiyorum. Ben sadece ailemin derdine düşmüş ve burnum bile kanamadığı halde bu kadar güçlü ve derinden etkilendiysem depremi gerçekten hisseden, yaşayan, kayıpları olanlar nasıl etkilenmişti?

25 yıl geçmesine rağmen Sakarya Deprem Müzesi’ndeki “Deprem Simülasyon Odası”na ayak basamayan, gözyaşlarına hakim olamayanlar var hala. Bu konuda konuşmak dahi istemiyorlar. Olur konuşmayalım. Ama unutmayalım da! depremin Sakarya özelinde tek iyi yanı, betonların açtığı o kapanmaz yaraları sarabilmiş olmasıdır. Yaklaşık 10 yıl olmuş depremin izleri tamamen silineli. Ama deprem 25 yıl önce olmuştu…O zaman…Yani.. Kahramanmaraş, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye, Şanlıurfa! 15 yılda mı? Yok yok! Ben bunu düşünmek istemiyorum. Hayır.

İki katlı tatlı şirin binaları, yemyeşil park ve bahçeleriyle harika bir yer Sakarya. Keşke Türkiye’nin bütün şehirleri böylesine güzel, düzenli ve temiz olsa diye geçirdim içimden Sakarya’ya ilk ayak bastığımda. Sonra hatırladım birden 25 yıl öncesi yaşanmış olan kapkaranlık acıları. İrkildim ve kendime geldim. Dünyada sadece İrlanda’da Zombiler yok. Türkiye’de de çok. Hele ki halkın güvenli evlerde oturmasını önemsemeyen zombiler!!

Cranberries’in zombie’sini merak edenler için kısaca şarkının konusunu sizlere aktararak sözlerime son veriyorum. Zombie, Warrington’da IRA saldırıları sonucu ölen iki çocuğun anısına yazılmış bir parça. Kuzey İrlanda’daki The Troubles adı verilen bir dönemi anlatıyor. The Troubles dönemi; Protestan birlikçiler ile Katolik milliyetçiler arasındaki çatışmaların olduğu dönemdir. Sonuç olarak Protestan İngiltere’nin ikiye böldüğü İrlanda bölgesi, bugün Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti olarak iki farklı ülkedir.

Çok şükür Türkiye bütün The Troubles dönemlerine rağmen ikiye bölünmedi. Her türlü ırk, mezhep ve siyasal görüş savaşlarına rağmen ne bombalı saldırılar ne depremler ayırıyor bizi birbirimizden. Her türlü farklılığımıza rağmen ne doğudan batıya ne de batıdan doğuya gönderilen battaniyeler, yardım malzemeleri, maddi yardımların içinden kardeşlik, yardımseverlik ve sevgi eksik oluyor. Olmayacak da. Bütün olumsuz koşullarına rağmen hala çok güzelsin Türkiye.

Berna Deveci

BFDK Üyesi

https://www.okurmedya.com/yazar/berna-deveci/beton-yarasi-223-kose-yazisi