Eğitim ve Din
Geçmişte kurulmuş olan devletlerimizin yaptığı hatalardan ders almak ve aynı hataları tekrarlamamak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesidir. Bugün, 100. yılına ulaşmasından büyük memnuniyet duyduğumuz cumhuriyetimizin elinde avucunda övünülecek pek de bir değeri kalmış görünmüyor! Değeri yitirilmiş kurumların en başında eğitim sistemimiz gelmektedir. Sık sık eleştirilen, geleceğimiz olan çocuklarımıza verilmekte olan söz konusu eğitim modeli toplumumuzun içine sinmemektedir.
Eğitim, ülkeleri var eden unsurların en başında gelir. Çünkü bir topluluk, yıllar boyu süzülüp gelen bilgi birikimlerini ve kültürünü yeni nesillerine aktarabildiği ölçüde var olabilir. Tarihte kurduğumuz bütün devletlerimiz önce eğitimin yozlaşması sonra da ticari ahlakın bozulması ve devlet adamlarının kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından üstün tutması sonucu yıkılmıştır.
Bu gerçeğin farkında olan vatandaş, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun hazırladığı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli taslağına kuşkuyla yaklaşmaktadır. Çünkü söz konusu modeldeki kavramlar, veliler, sivil toplum kuruluşları ve eğitimcilerin kafasını şimdiden bir hayli karıştırmıştır.
Konuyla ilgili TÜKONFED (Tüketici Konfederasyonu) Eğitim Komisyonu üyesi ve emekli öğretmen Sayın Hasibe Yıldırım’ın görüşlerine başvurdum. Yıldırım, geçtiğimiz cumartesi kaleme aldığım, LGS sınavı ve öğrencilerimizin sorunlarına değindiğim ‘Simitçi’ başlıklı yazıma atıfta bulunarak eksiklerimi tamamladı. Değerli görüşlerini paylaştığı için huzurlarınızda kendisine teşekkür ederim.
Hasibe Yıldırım: “Ben binlerce yıldır gelen köklü kültürümüzün göz ardı ediliyor olmasından üzüntü duyuyorum. Mevcut eğitim modeli ile kültürümüzün öğrenilmesine katkı sağlanmıyor. Unutulmasına sebep olunuyor. Kültürümüzün gücünü bilmeyenler öğrenciyi de olumsuz etkilemektedirler. Yazdığınız yazıdaki uyarılarınız çok değerli ama aynı sorunlar on yıllardır değişmedi ne yazık ki…
Eğitimde önemli yeri olan eğitsel çalışmalar, iş eğitimi, beden eğitimi, resim, müzik dersleri, deneyler, ödevler vb. öğrencinin ilgi ve yeteneğini fark etmesine aracılık ediyordu. Yetenekli öğrenciler yıl sonunda toplanan öğretmenler kurulunda ilgili okullara yönlendiriliyordu. Örneğin Fen Liseleri vb. okullar da bu amaçla açılmıştı. Şimdi üniversite sınavı kazanma aracı oldular. Birçok alanda kendi yeteneklerimizin farkına varamıyoruz ne yazık ki…
Sınanmış, başarılı olmuş eğitim yöntemlerimiz, izlencelerimiz vardı. Yeniden gündeme almanın gereğine inanıyorum. Öğrencilerimize başarılar dilerim.”
Hocamızın söylediklerine katılmamak mümkün değil. Konu kısaca özetlenemeyecek kadar derindir. Toplum endişelerinde haklıdır. Ne olmuştu? Biz neden böyle bir eğitim sistemi ile karşı karşıya bırakılmıştık? Eğitim sistemimiz neden din odaklıdır? Sorularına birlikte cevap arayalım istedim. Her zaman yaptığım gibi dikiz aynamdan görebildiğim kadar geriye doğru dönüp bakmaya çalıştım. Tarihi kaynaklar beni ne kadar geriye götürdüyse bütün izleri takip ettim. Günümüz eğitim sisteminin sorunlarına tarihin tozlu yollarından geçerek çözümler bulmaya çabaladım.
Türkler ilk önceleri doğa ile iç içe, “alp tipi insan yetiştirme” olarak adlandırılan bir eğitim anlayışı benimsemişlerdi. Uzunca bir süre konar göçer bir yaşam sürdürdükleri için yazılı kaynaklardan önce sözlü tarihleri gelişti. Bunlar, hikâye, masal, şiir, atasözü gibi edebi ürünlerdi. İslamiyet’in kabulü ile halifeliğin koruyuculuğunu üstlendiler. Merkezi Bağdat’ta kurulan Dar’ül İlm’i örnek alarak İslamiyet’i yaymak amaçlı ilk eğitim kurumlarını açtılar. İlk Türk okullarında fıkıh (İslam hukuku), tıp, astronomi, matematik okutuldu. Selçuklu döneminde açılmış medreseler Türk Eğitim Tarihi’nin ilk derli toplu okulları kabul edilmektedir (1)
Osmanlı döneminde ise, Selçuklu eğitim sistemi örnek alınarak yüzyıllar içinde zenginleştirildi. Geliştirildi. Cumhuriyet kurulana kadar Türk ve İslâm motifleri iç içe geçerek Arap ve Fars harflerinin kullanıldığı bir çeşit Türk alfabesi oluşturuldu. Kültürel, yazılı ve edebi dil olan bu alfabe Türk eğitim sisteminin temelinde kullanıldı. Adına da Osmanlıca denildi. (2)
Toparlarsak Türkler, İslamiyet’i kabul etmelerinden itibaren Arap harflerini Türkçe seslere uyarlamış, Arap harfleri ile Türkçe yazmaya çalışmışlardır. Türkçe bünyesinde sekiz sesli harfi olan bir dildir. Bu sesler Arapça’da mevcut değildir. Bu nedenle aradaki yumuşak g ve Arapça seslerde bulunmayan Türkçe sesleri yazabilmek için Farsça’dan yararlanmış, oradan aldıkları birkaç harf ile kendilerine has bir yazı dili oluşturmuşlardır. Bu yazı dilinin tek bağlantısı İslamiyet’i kabul etmiş olmalarıdır. Nitekim dağıldıkları farklı coğrafyalarda Göktürk, Uygur, Latin ve Kiril alfabelerini de kullandıkları görülmektedir. Bulundukları coğrafyada yaygın kullanılan alfabeyi kendi konuştukları dile uyarlayarak yeniden yorumlamışlardır. Yayıldıkları coğrafyaların büyük bir kısmında İslam etkisi olduğundan haliyle yazı dili olarak Arap harfli Türkçe yani Osmanlıca yüzyıllar boyu kullanılmıştır. Bu durum din ile dilin iç içe geçmesine sebep olmuştur. Bugün eğitimimizin din odaklı olmasının temelini bu neden teşkil ediyor.
Yararlanılan Kaynaklar:
Şalgam M. Bucak M. Bucak K (2023). Selçuklular Döneminde Eğitim Öğretim Faaliyetleri, Kültür Araştırmaları Dergisi.
Yıldırım S. Kılıç Ü. (2018). Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Eğitim ve Öğretim, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
Berna Deveci
BFDK Üyesi
https://www.okurmedya.com/yazar/berna-deveci/www-146-kose-yazisi