HAFIZA
Dün 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. Yıldönümü olduğunun kaç kişi farkındaydı? Maalesef bir gurup azınlık! Nereden mi biliyorum? Dün çarşı pazarda ayaküstü esnafla kısa bir sohbet imkanım oldu. Konu ne iş yaptığıma geldi. Tarih falan derken Osmanlı tarihinden ilginç bir sohbet gelişti aramızda. ‘’… yani bildiğiniz gibi bugün de 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümü.. ‘’ şeklinde anlattığım bir olayı örneklendirirken kaşların yukarı kalkması ve gözlerin kısılarak şaşkın bir ifade ile anlattıklarımı dinlemelerinden anladım. ‘’Ben okumaya zaman ayıramıyorum. Dizi ya da film izlemek daha kolayıma geliyor’’ diyen vatandaşımız zaten bildiğim bir gerçeği teyit etmiş oldu! Biz geçim sıkıntısı içindeyiz. Hayatta kalmaya çalışıyoruz abla ne kitabından bahsediyorsun sen demek istemişti aslında bana.
Vatandaşın arada kalmışlığına üzüldüm. Çünkü temiz ve ahlaklıdır özünde bizim insanımız. Ekonomik kriz ve yaşam mücadelesi o kadar belini büküyor ki başka bir şey düşünmeye mecali kalmıyor. Bu gerçekle yüzleşiyor olmak acı verici. Okumaya zaman ayıramayan, doğru dürüst eğitim alamayan vatandaş geleceğine nasıl yön verebilir? Nasıl bilinçli oy kullanabilir? İçinde yaşadığı toplumun değerlerini, kültürünü, geçmişini nedenleriyle sonuçlarıyla sağlıklı bir şekilde nasıl analiz edebilir(!) Ayrıca üniversite diplomasının iyi bir işe girmek için araç olarak kullanılması sorununu da unutmayalım. Haliyle öğrenilenler kısa bir süre sonra uçup gidiyor hafızalardan. Çünkü içselleştirilmiyor. Yeter ki iyi gelir getiren bir iş olsun derdine düşüyor herkes. Yeni neslin kafalar böyle işte. Bir de bunlara doğru dürüst bir kronolojik sistem ve konu başlıkları ile öğretilmeyen tarih dersleri eklenince olanlar oluyor.
Olmasın! Olanlar olmasın efendim! En azından bu köşenin okurları için öyle olmasın. Elimden geldiğince tarihimizi ve yaşanan olayları sebep ve sonuçlarıyla aktarmayı kendime ilke edindim. Hepimizin bu cumhuriyete borcu olduğunu düşünüyorum. Bu da benim borç ödeme biçimim. İçimizde kopan fırtınalar bizi karamsarlığa umutsuzluğa düşürmesin. Kıbrıs halkının mücadelesini öğrendikçe umutsuzluk yerine bir şeyler için mücadele etmenin ne kadar değerli olduğunu tekrar hatırlayacağız.
Dünkü yazımda Rauf Denktaş’ı çatışmanın ortasında Erenköy koyunda bırakmıştık. Vatan sağolsun diyerek ölümü göze aldığını anlatan bir telgraf çekmişti Ankaraya… Saat 16.15’te 2 Türk uçağı, Erenköy semalarında göründü. 8 Ağustos saat 17.30’dan itibaren Türk jetleri Rum mevzilerini üç kere bombaladı. Erenköy’e saldıran 3 hücumbottan biri batırıldı. 2 Yunan uçağı da Erenköy Türk mevzilerini bombaladı. İki mücahit şehit oldu. Bu harekatın en üzücü haberi Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in şehit edilmesidir. Türkiye Dış İşleri Bakanı Feridun Cemil Erkin’in Topel ile ilgili yaptığı açıklama şöyledir: ‘’Topel’in uçağı Gemikonağı Limanı’nda Rum hücumbotlarını vurup etkisiz hale getirdikten sonra isabet alarak düşmüş, paraşütle atlamayı başaran Topel Rum birlikleri tarafından esir alınmıştır. Esir alınan Topel hafif yaralı olarak kurtulmasına rağmen Rumlar tarafından yapılan işkenceler sonucu şehit edilmiştir. (1)
Aslında Kıbrıs Adasında ilk direniş ve örgütlenmeyi yapan Doktor Fazıl Küçük’tür. Bu kimliğinden dolayı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda cumhurbaşkanı yardımcısı görevine getirilmiştir. Fakat avukat olarak adaya geri dönen Denktaş, Kıbrıs adına konferanslarda, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın yapılmasında, TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı)’nin kurulmasında ve Türkiye’deki zorunlu ikamet döneminde aktif Kıbrıs sözcülüğünü yapmasından dolayı kamuoyunda tanınır oldu. Fazıl Küçük ile birlikte yan yana omuz omuza mücadeleye birlikte devam ettiler. KKTC kurulduğunda ise cumhurbaşkanı seçilmiştir. Denktaş’ın yaşamı boyunca verdiği mücadelenin özeti şu sözlerinde gizlidir: Dedesi; “Türk askeri bu adadan gitti, ama bir gün mutlaka geri gelecektir. Belki biz göremeyeceğiz, fakat siz göreceksiniz” demiş Rauf’a küçükken. O da dedesinin bu sözlerine atıf yaparak; “Evlatlarım beni Türk askerinin tekrar Kıbrıs’a ayak basmasını sağlayan adam olarak hatırlasınlar, başka rahmet istemem.” Vasiyetini bırakıyor bizlere…(2) 1964-1974 arası Kıbrıs’ta iki halkın olduğu, Türklerin azınlık olmadığı, ayrı iki yönetimin zorunlu olduğu artık yavaş yavaş kabul edilmeye başlandı. Özetle yıllar içerisindeki önemli noktaları sizler için derledim:
1964-1965: Makarios yönetiminin ekonomik-politik ambargo uyguladığı, Türk cemaatinin hayatlarının güvende olmadığı zor yıllardı. Kıbrıslı Türklerin garantörü olan Türkiye bu durumu NATO ve CENTO (Central Treaty Organization; Merkezi Antlaşma Teşkilatı)’da gündeme getirmiştir. Makarios’un uzlaşmaz tutumu, adada Türk halkını azınlık olarak görme eğilimi, ENOSİS (Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi) fikrini gerçekleştirmek için bütün şartları bunun için düzenlemesi işleri güçleştiriyordu.(3)
1966: İngiltere’nin Kıbrıs Türklerinin durumlarını iyileştirmek için neler yapabileceklerini bir kez daha gözden geçirmeye karar verdikleri yıllardı. Makarios’un ENOSİS çözümüne Türkiye’nin nasıl baktığı soruluyordu. Türkiye; Anakara ülkeleri olan Yunanistan ve Türkiye ile birleşmiş, ama pratikte bölünmüş Kıbrıs şeklindeki “Double enosisikili Enosis” (iki ayrı ülkeye bağlanan iki ayrı cemaat) konusunda ısrara etmiştir. (3)
1965’de Demirel Hükümeti’nin iktidara gelmesi Kıbrıs için yeni bir sürecin başlangıcıydı. Adaya mutlaka bir çıkartma yapmak isteyen Demirel, yıllar önce İnönü Hükümeti’nin ayağına dolanan pranga ile aynı şekilde durmak zorunda kalmıştır: Askeri harekat için yeterli mühimmat yok! Bunun üzerine diplomatik manevralara devam edildi. Demirel ve Rum Başbakanı Collias’ın 9-10 Eylül 1967’de Türk ve Yunan sınır kentleri Keşan ve Dedeağaç’ta yaptıkları görüşme önemlidir. Burada ilk kez iki halkın artık iki ayrı yönetim kurması gerektiği kesin olarak konuşuluyordu. Yunan tarafı Kıbrıslı Türklere sınırlı haklar ve Türk-Rum sınırında küçük değişiklikler öneriyordu. Türk delegeler ise Enosis fikrine itiraz etmiştir. 1959 antlaşması şartlarına dönülmesini, “Çifte Enosis”i teklif ettiler. Böylece taksim fikri Türk kamuoyunda yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. (3)
Demirel’in bu görüşmede dile getirdiği şartlar daha sonraki yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki politikasını belirleyen etkendir: ‘’Kıbrıs, Türkiye veya Yunanistan tarafından tek yanlı olarak kendi ülkelerine katılmayacaktı. Kıbrıs’taki cemaatler birbiri üzerinde egemenlik iddia etmeyecekti. 1959 Kıbrıs antlaşmaları tek yanlı olarak yeniden gözden geçirilmeyecekti. Yunanistan ve Türkiye arasında Lozan Antlaşması’yla Akdeniz’de kurulan güç dengesi korunacaktı. Yani bu şu anlama geliyordu. Türkiye’nin burnunun ucundaki adalar Yunanistan karasuları kabul ediliyor. Bir adayı daha Yunanistan’a vermeyiz! Bu Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi. (3)
Makarios, Türkler’i adada ne azınlık olarak kabul ettirebiliyor ne de adadan tamamen atabiliyordu. Bu durumda yapılacak tek şey kalmıştı: 15 Kasım 1967’de Ada’nın güneyindeki Boğaziçi ve Geçitkale köylerinde Albay Grivas yeniden ortaya çıktı. 23 Türk, 2 Rum hayatını kaybetti. Türk Hükûmeti durumu istikrara kavuşturacak radikal bir manevra olmaması durumunda adaya askerî müdahaleye tamamen hazır olması gerektiğini düşünüyordu. Türkiye-Yunanistan-İngiltere arasında, zaman zaman ABD ve BM temsilcilerinin de müdahaleleriyle kriz, Yunan askerlerinin 45 gün içerisinde Kıbrıs’tan geri çekilmeleri kararı ile çözüldü. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Sunay ve Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in Londra ziyareti ve uzlaşmacı tutumları ılımlı bir atmosfer yaratmıştır. Artık adada yaşayan iki farklı halkın olduğu kabul ediliyordu. 1968’de ilki Beyrut’ta ve sonra Kıbrıs’ta olmak üzere ikili görüşmeler başladı. Garantör devletler, BM, ABD, adanın akıbetinin adada yaşayan iki halkın temsilcileri arasında müzakereler ile çözülmesi fikrindeydi. Görüşmeler 1971’de kesildi. Haziran 1972’de yeniden başladı ve genişledi. Görüşmelerden olumlu sonuç çıktığı söylenemez. Bu arada EOKA örgütü Grivas liderliğinde adada EOKA-B adı ile saldırılarına ara ara devam etmekteydi. Türkler de geçen zaman içerisinde savunma gücü konusunda ilerleme kat etmişlerdi. İki halk artık ayrı ayrı yaşıyorlardı. Kendi kantonlarını kurmuşlardı. Ocak 1974’te EOKA-B’nin kurucusu General Grivas öldü. Herkes adada sular durulur sanıyordu fakat Başkan Makarios’un Yunan Cumhurbaşkanına yazdığı mektup bir anda ortalığı alevlendirdi. Mektupta Makarios, Kıbrıs milli muhafız birliğindeki Yunan askerlerinin çekilmesini istiyor, EOKA-B’ye kendisinin doğrudan destek vereceğini bildiriyordu. Bu mektup bardağı taşıran son damla oldu. 15 Temmuz 1974’te Millî Muhafızlar ve EOKA-B destekçilerince Lefkoşe’de Makarios yönetimine karşı “Askerî Darbe” yapıldı. Eski EOKA mensubu olan Nikos Sampson darbeciler tarafından kısa sürede Cumhurbaşkanı ilan edildi. Makarios’un öldüğü, yeni yönetim ilan edildiği halka duyuruldu. Gerçekte ise Sampson yönetime el koymuştu koymasına ama Makarios ölmemiş İngiliz üssüne sığınmıştı. Türk yetkililer telsiz başında endişe ile Kıbrıs’tan gelecek haberlere odaklanmışlardı. Hiç beklemedikleri bir haber geçti telsizden: 15 Temmuz 1974, 10.25’te Kıbrıs’ta darbe olmuştu. (3)
Ecevit-Erbakan Hükümeti kurulalı yaklaşık altı ay geçmişti. Bir gün Kıbrıs’a müdahale mutlaka edilecekti. Yıllardır Türk Hükümetlerinin elini kolunu bağlayan, tanktı tüfekti paraşüttü problemleri aşılalı çok olmuştu. Ecevit Kıbrıs’la ilgili Bakanlar Kurulu’nu toplayarak 20 Temmuz Cumartesi günü çıkarma yapmaK için karar aldı. (3) Çok gizli bir şekilde yürütülecek olan harekat, kimsenin beklemediği bir anda yapılacaktı. Peki ama birbirleri ile nasıl haberleşeceklerdi. İşte Genel Kurmay Başkanı’nın kızı Ayşe ile özdeşleşen parola böylece ağızlarımıza pelesenk oldu. Ayşe tatile çıkacaktı. Hazırdı ve o tatile çıktı.
Allah hiçbir soydaşımıza bir daha böyle acılar yaşatmasın. KKTC sonsuza kadar var olsun.
Berna Deveci
BFDK Üyesi
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Çağatan T., Tuncel C.O (2017), Kıbrıs Türk Milli Mücadelesinde Erenköy Direnişi: Bir Sözlü Tarih Çalışması, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi
2.Güler, E. (2020), Basında Rauf Raif Denktaş Ve Kıbrıs Mücadelesi, BAYTEREK Uluslarası Akademik Araştırmalar Dergisi
3. Göktepe, C (2015) Kıbrıs Meselesi’nde Kriz
4. Süreci ve Türkiye (1964-1974), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
https://www.okurmedya.com/yazar/berna-deveci/www-183-kose-yazisi