Maçı Kaybettiren Ama Kalpleri Kazandıran Ruh: Fair Play

Maçı Kaybettiren Ama Kalpleri Kazandıran Ruh: Fair Play

Fair Play; kelime anlamıyla adil oyun, saygıdeğer davranıştır.

Fair-Play, sporda kurallara uymaktan da öte belli bir davranış tarzını sergileyen bir terimdir. Rakibe saygı ve ona fizyolojik ve psikolojik açıdan zarar vermeme özentisidir. Rakip, bir düşman olarak değil, oyunun bir parçası olarak görülür ve yoğun mücadelede bile rakibin onuruna saygı duyulur. Fair-Play, oyunda hileye ve şiddete başvurmamak anlamına da gelmektedir.

Fair Play; zaman içinde “iyi oyunu temin edebilmek için, oyuna katılanların tümünün mutlak olarak yerine getirmek zorunda oldukları davranış biçimlerinin tümü” olarak değerlendirildi.

Sporu güzelleştirmek adına ortaya çıkan bu kavram sporun, yarışmanın ruhudur. Önemli olan kazanmak değil sportmence hareket edebilmektir. Kazanmayı, başarıyı taçlandıran ise Fair Play’dir. Haksız elde edilen maç, müsabaka sonuç itibariyle taraftarı memnun etse de haksız kazanıldığından vicdanlarda yara bırakmaktadır.

Tarihçe’si kullanım kökeni 15. Yüzyıla kadar uzanan kavram günümüzde gelişerek yaygınlaşmaktadır. Ancak aynı şeyi Türkiye’de şahsi kanaatim olarak söyleyebilmek zor gibi gözüküyor. Spor programlarını ve hele eski hakem yorumcularını izlediğimizde Pes artık dememek mümkün değil. TV ekranlarında boy gösteren kimi zevat alenen tuttuğu takımın güya hakkını savunuyor. Halbuki yaptığı her pozisyonda takımını haklı çıkartmaya çalışmaktan başka hiçbir şey değil. Bu haliyle de yorumcu demek mümkün olmamaktadır. Belki de ona bir takımın amigosu demek daha yerinde olabilecektir.

Kazanmanın önemli ama her şey olmadığını anladığımız zaman sporun tadı ve kalitesi de artacaktır. Yoksa mevcut haliyle, bizler şikelerle, eski hakem yorumcularının alenen taraflı yorumlarıyla, hakem hataları tartışmalarıyla, taraftarların ve spor kulüplerinin kavgalarıyla, taraftara saldırı ve yaralanmaları ve ölüm olaylarıyla yaşamaya devam eder gideriz. Devam eder gideriz de ne kadınları ne de çocukları statlara, salonlara tereddütsüz taşıyabiliriz. Bu devran böyle gelmiş ve böyle gitmeye mahkûm olur.

İşte size bir fair play örneği;

Bir tenis turnuvasında, Hewitt servis atıyor ve hakem top dışarıda diyor. Dolayısıyla sayı Jack Sock’a yazılıyor. Hewitt tekrar servis atmak istediği sırada Sock, rakibine “itiraz et, top içerde” diyor. Hakem şaşırıyor ve soruyor; “Ciddi misin?”. Sock tekrar Hewitt’e “itiraz et” diye söylüyor. Hewitt’de “itiraz ediyorum” diyor. Hakem peki diyerek inceleme istiyor. Şahin Gözü ile inceleme yapıldığında topun içerde olduğu tespit ediliyor.

Sporcu, hakem ve seyircilerde büyük bir mutluluk ve coşku gözleniyor. Herkes memnun ve Sock’u alkışlıyorlar.

Evet, muhteşem bir fair play örneği veren Sock bir sayı kaybetti ama taraflı tarafsız tüm seyircilerin kalbini kazanıyor.

Önemli olan yarışmak, eğlenceli vakit geçirmek değil mi? Ve yarışmanın esası, ahlaklı ve saygıdeğer davranış değil mi? O halde bunlar olmadan kazansan neye yarar ki? Önemli olan sporun ruhunda, fair play de kazanmak.

Fair Play’i günümüzde en güzel ifade eden “ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” sözünü hatırlayabildiniz mi? Bu muhteşem sözü söyleyen modern Türkiye’nin kurucu lideri Atatürk gençlere ve sporcularımıza fair play’in önemini anlatmıyor mu? O halde neden bu ne olursa olsun kazanma hırsı ve tarafgirlik?

Fair Play ile kaybetsen de kazandığınızın farkında mısınız? İşte bu Fair Play’dir. Fair Play, ruhdur anlatılmaz yaşanır.