Makam Düşkünlerine Kıssalar

MAKAM DÜŞKÜNLERİNE KISSALAR

Zaman durmadan deveran ediyor. Gündüzler geceleri takip ediyor. Geceler gündüzlerin arkasından süratle geliyor. Ve zaman müstakim bir hat gibi gitmiyor.”

“Bugün birilerine bayram yarın başkalarına bayram. Bugün birilerine sevinç yarın başkalarına sevinç. Bugün derenin dibinde emekleyenler yarın zirvelerde gezmeye namzet.”

Tıpkı insan hayatı gibi, iniş ve çıkışlarıyla zaman süratle ilerliyor.

Hayat yolculuğunda hayatın gerçeklerini kavramış yüce gönüllüler ile hayatın anlamını kavrayamamış, makamın, şöhretin, nefsin esiri olmuş kem talih kişiler her daim karşı karşıya gelmişlerdir.

Gururunu, kibrini yıkamamış kişiler tarih sahnesinde her zaman olsa da; kem talih kişileri kendine gelmeye davet eden hak dostları da eksik olmamıştır.

Tarih ibretlik sahnelerle doludur.

Kıssa 1:

Bir rivayete göre; Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethedip, Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra; atının üstünde ilerlerken birden bire durmuş ve atından atlayıp, yerden aldığı bir avuç toprağı kendi başının üstüne döküp; yine hiçbir şey demeden tekrar atlayıp atına yola devam etmiştir.

Aksemsettin, Hazret-i Peygamberin müjdelediği fethi gerçekleştirmekten mağrurlanan Fatih’in kendisinin de bir gün toprak altına gireceğini kendine hatırlattığını etrafındakilere tevil etmiştir.

Kıssa 2:

Eski Roma’da, savaştan dönen muzaffer bir komutanı şehir halkı âlâyı vâlâ ile karşılarken hemen yanında bulunan sırf bu iş için görevli kişi şöyle dermiş komutana mütemadiyen:

“Unutmayın efendim, siz Tanrı değilsiniz!”

Kıssa 3:

Bir derviş çöl kenarında oturmuş tefekkür ederken, yanından hükümdar geçti. Bu dünyanın endişe ve dertlerinden kurtulmuş olan derviş, ne kafasını kaldırdı, ne de ilgi gösterdi.

İktidarından müthiş gurur duyan hükümdar onun bu ilgisizliği karşısında öfkeden deliye döndü ve “Yamalı cübbeleriyle bu dervişler hayvanlardan farksız” dedi.

Hükümdarın veziri dervişin yanına gelip onu sorguya çekmeye başladı: “Dünyanın büyük sultanı yanından geçti ve sen ne ayağa kalktın ne de önünde eğildin. Bu küstahlığın sebebi nedir?”

Derviş cevap verdi:

“Sultanınıza söyleyin, ondan mükâfat bekleyenlerin önünde eğilmesini beklesin.

Ona söyleyin, idareciler halklarını korumak için vardır. İnsanlar idarecilere itaat etsin diye yaratılmamıştır. İdareci, fakir-fukaranın bekçisidir.

Koyunlar çoban için var edilmemiştir, bilakis çoban koyunlara hizmet etmek için vardır. Çevrenize bir bakın.

Bir kişi dertsiz-tasasız safa sürerken, diğerleri sıkıntıyla geçinmeye çalışıyor. Bir gün gelecek, aptalca düşüncelerle dolu beyinler toprakta çürüyüp gidecek.

Kaderin karşı koyulmaz hükmü beyan edildiğinde, ortada ne efendi kalacak, ne de köle.

Kabirleri açın da un ufak olmuş kemiklere bakın bakalım. Sonra da bana hangisinin zengine, hangisinin fakire ait olduğunu söyleyin.”

Hükümdar, dervişin bu sözlerini duyunca derinden etkilendi, utandı. Dervişe sordu:

“Ey derviş, dile benden ne dilersen!”

“Beni bir daha rahatsız etmemeni istiyorum.”

“Peki ama, ne olur bana bir nasihatte bulun.”

“Servet senin elindeyken dikkat et. Çok geç olmadan şu hakikati anla:

Servet ve saltanat kimsede kalmaz, elden ele dolaşır, bir kuş gibi daldan dala konar.”

İşte dostlar, 3 kıssa benden. Kıssadan hisse almak isteyenlere.