Mayın
Temmuz ayı Türkiye Tarihi için dokuz ayın çarşambası gibidir:
2 Temmuz 1993 Madımak Otel’de ateşe verilen fikirler, düşünceler.
15 Temmuz 2016 gecesi susmayan sela sesleri.
20 Temmuz 1974 Kıbrıs’ta Türk katliamına yeter diyen Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti…
Sanki bu yaşanan acıların anıları yetmemiş gibi dün bir de Kayseri’de meydana gelen akıl almaz Suriyeli krizi ile karşı karşıya kaldık. Suriyelisi, Afganı, Nijeryalısı maşallah Allah ne verdiyse geldiler memlekete. Peki ama nasıl? Neden? Ne sebeple? Hadi Suriyelisi savaştan kaçmıştı. Afgan! Nijerya! Sudan!
Okul Müdürü İbrahim Oktugan’ın 7 Mayıs 2024 tarihinde 17 yaşındaki Iraklı eski öğrencisi Y. K. tarafından makam odasındayken silahla öldürülmesi olayından beri mülteci/sığınmacı/vatandaş yapılan yabancıların neden, nasıl, hangi olay itibariyle ülkemize geldiklerini araştırıyorum. İşin içinden çıkamadım. Çünkü konuyla ilgili yapılan araştırmalar bir elin parmaklarını geçmiyor. Sanki ağız birliği yapılmışçasına konu görülmemiş, bilinmemiş, duyulmamış. Ya da araştırma yapanların yazıları, araştırmaları yayınlanmaya değer bulunmamış. Başka açıklaması olabilir mi ülke kan ağlarken %15’i göçmenlerden oluşuyorken kimsenin araştırma yapmamasını?
Olsun. Bu yazımızın yararlanılan kaynakları da gençlik yıllarımız, diziler, 2000’li yıllardan hatırladıklarımız olsun. Dikiz aynamdan bakınca görebildiğim kadarını siz sevgili okuyucularım ile paylaşacağım:
Direksiyonumuzu ilk olarak bulutlu bir diziye doğru kırıyoruz. Kanalların daha satılmadığı, hepsinin tek bir havuzda toplanmadığı bir dönemdi. Bir kızcağız Suriye sınırındaki köylerinde kardeşlerini her gün mayın tarlasının arasından okula götürüyordu. Bir adım. Bir adım daha. Dikkatlice bir adım daha. Çocuklar da ablalarının ardından bastığı yerlere dikkatlice basarak ilerliyorlardı. Dizi çok ses getirmişti. Birkaç bölümünü hatırlıyorum. Sınır köylerde yaşayan, mayınlar yüzünden hayatını kaybeden vatandaşlarımızın acılarının, kadınların ötekileştirildiği olayların anlatıldığı güzel, masum bir diziydi.
Masum olmayan mayınlardı. Hem zaten Birleşmiş Milletler de bu mayınların kaldırılmasını, böylece GAP projesi ile verimli arazilerin çoğaltılmasını, patlamayan silahlar ile sınırların daha insancıl bir şekilde korunmasını arzu ediyorlardı. Böylece daha modern ve barışçıl bir ülke olacaktık. Avrupa Birliğine girebilecektik!
Tabi biz bu güzel rüyalar alemindeyken Suriye’deki savaştan habersizdik. Mutlu mesut kaldırdık o mayınları. Oh be ne mutlu ne barışçıl, ne demokratik bir ülke olmuştuk biz öyle…
Şimdi o tatlı rüyadan gözlerinizi açın bakalım: Evet mayınlar kaldırılmalıydı. Bu konuda çok acı vardı. Doğru. Fakat mayınlardan daha tehlikeli bir şey var ki sınırlarımızın ötesi. Bizim ülkemizin komşuları kimlerdi? Biz bu mayınları kaldırınca sınırlarımızı sağlıklı koruyabilmiş miydik? İşte bu soruların cevapları çok bulutlu, sisli, görüş açısı net değil.
Hatırlıyorum. O dönemde bir grup mayınların kaldırılmamasını savunuyordu. Çünkü sınırların ötesindeki bölücü hareketler, çok da güvenemediğimiz komşularımız kollarını açmış sevgi böcüğü gibi bizi bekleyen kankilerimiz değildi. Ama bir taraftan da Avrupa Birliği’ne girme ümidi Türk halkının üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanıyordu. Benden bu kadar. Şimdi de bu konuda araştırma yapanların yorumlarını sizler için derleyeyim:
Öncelikle benzer konuda yaptığı çalışmasının kaynaklarını benimle paylaşarak aşağıdaki bilgilere ulaşmamı sağlayan kızım Kayla Ada Deveci’ye teşekkür ediyorum.
2009 Türk Vatandaşlık Kanunu (TVK)’na göre istisnai durumlar kapsamında vatandaşlığa kabul edilen göçmenlerin kriterleri belirlenmiştir. Bu kriterler, Türkiye’nin yeni bir ulusal kimlik yaratma ve vatandaşlık sınırlarını değiştirme çabaları olarak değerlendirilmektedir. 1964 yılı Türk Vatandaşlık Kanunu, etnik ve kültürel bağlara sahip Türk ve Sünni Müslüman göçmenleri getirmek amacındaydı. 1964 tarihli TVK vatandaşlık kolay değildi. Çoğu evlilik yoluyla edinilmişti. Bu da bize yeni Türk vatandaşlarının Türkiye’de kalma niyetini göstermekteydi. (1)
2009 TVK ise, 1964 TVK’ya değişiklikler getirerek, toprak ve kan bağı vatandaşlığı (jus sanguini ve jus soli) dışında istisnai durumlar olabileceğini vurgulamaktadır. Bu değişiklikler Mecliste bütün yönleriyle araştırılmadan ve tartışılmadan kabul edilmiştir. Sorunlu olduğu aşikardır. (1)
2009 TVK değişikliklerinde, istisnai yollardan vatandaşlığa kabul edilebilecek yabancılar;
Madde 12’de (a): Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel ve sanatsal alanlarda olağanüstü hizmetlerde bulunan veya bulunması beklenen ve ilgili bakanlıklar tarafından gerekçeli teklif yapılan kişiler,
(b) vatandaşlığa kabulü zaruri görülen kişiler
(c) göçmen olarak kabul edilen kişiler
olarak belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, bu değişiklikler geniş kapsamlıdır ve yoruma açıktır. Ayrıca, 2018 Cumhurbaşkanlığı sistemi ile istisnai durumların yönetimi ve nihai onay Bakanlar Kurulu’ndan alınarak Cumhurbaşkanlığı’na verilmiştir. Yani Meclis devreden çıkarılmış, tek bir kişinin yetkisi ile ülke kaynakları yeni vatandaşlar ile paylaşılacak hale getirilmiş olmaktadır. (1)
İstisnai vatandaşlık kavramı, birçok diğer ülkenin yasalarında da mevcuttur. Ancak, diğer ülkelerin yasalarında vatandaşlığa kabulün ana yolu yalnızca Madde 12/a üzerinden gerçekleşmektedir. Türk hükümeti bu yasayı, 2009’da yaptığı değişiklikler ile göçmenlere de uygulamıştır. (1)
Hukukçular, bu yasanın hükümete geniş yetki verdiğine, uygulamada zorluk yaşandığına, geniş kapsamlı ifadelerin amaç dışı kullanılma potansiyelinin olduğuna dikkat çekmektedirler. Ayrıca, bu yasanın yargısal denetimi de mümkün değildir. Normalde, bu tür vatandaşlık başvuruları, başvuran kişinin (a) Türkiye’ye yasal yollardan girmiş olup olmadığı, (b) vatandaşlığa kabulün zaruri görüldüğü veya oturma izni ile ikamet edip etmediği, (c) en az yükseköğrenim diplomasına sahip olup olmadığı ve (d) sabıka kaydının bulunup bulunmadığına göre incelenmelidir. Başvuru sahibinin Türk kültürünü bilmemesi, Türkçe bile konuşmaması sorunları katmanlandırıyor. Yeni Türk vatandaşları Türkçe bilmeyen, bilinçsiz, rasyonel oy veremeyen kişilerden oluşmakta bu da bilinçsiz seçmene yenilerinin eklenmesine ve demokrasinin de aksamasına sebep olmaktadır. (2)
Yukarıda bahsettiklerim, ülkemizde yaşanan göçmen krizinin sadece küçük bir parçasıdır. Bunun bir de toplumsal boyutu, bir türlü entegre olamayan ve kendi gettolarını yaratanları, kara parası, uyuşturucusu, kaçakçılık gibi boyutları var. Mayınlar temizlendi ama ya bu kirli düzen! Onlar ne zaman temizlenir? Bilen yok.
Berna Deveci
BFDK Üyesi
Yararlanılan Kaynaklar:
Serdar, A. (2023). An illiberal inclusion? The AKP’s politics of exceptional citizenship. Turkish Studies,
Akcapar, S., & D. Simsek. (2018). The politics of Syrian refugees in Turkey: A question of inclusion and exclusion through citizenship. Social Inclusion,
https://www.okurmedya.com/yazar/berna-deveci/mayin-169-kose-yazisi