Prof. Güllü “Bal Yiyen Ağızla Bal Yeme” denmez…

Bir şeyin çok olması her zaman etki ve güç değildir. Hatta onun ne olduğuna bağlı olarak değerini bile düşürebilir. Örnek olarak birçok konuda; eleştirel veya bilgi ihtiva eden o kadar çok yorum yazısı, film, bilimsel makale, araştırma, inceleme ve analiz yapılıyor ve paylaşılıyor ki, insan bu kadar bilgilendirme karşısında, var olan hataların ortadan kalkacağını, bundan sonra hata yapılmayacağını ve her şeyin daha iyi olacağını umuyor, ama bütün bunların tesiri yazanın yazmasıyla ve okuyanın okunmasıyla sınırlı kalıyor.

Bu bilgiler, gereğini yapmakla sorumlu olanlara maalesef umulan ölçekte uyarıcı görevini yapmıyor. Bu kadar çabuk eskiyen bilgi ve paylaşımlar; uzun vadeli etkiler bırakmıyor, derde derman olmuyor, ölen insan öldüğü ile kesilen ağaç kesildiği ile yıkılan yapı yıkıldığı, yakılan orman yakıldığı ile yani olan olduğu ile konuşulan da konuşulduğu ile kalıyor…

Bence yazan, çizen ve söyleyenin bu kadar çok olmasına rağmen etkisinin çok az olmasının sebebi de; uygulayıcıların genelde ya yetersiz ya kararsız ya da korkak olmasıdır diye düşünüyorum. Böyle olmasaydı, bu kadar bilgiden mutlaka ders alınması ve yanlışların derhal terk edilip hemen her şeyin doğruya evrilmesi gerekmez miydi?

Meşhur bir söz var “bal yiyen ağızla bal yeme denmez” diye. Acaba bu tesirsizliğin arkasında bir samimiyet eksikliği mi var veya havuzun dibi delik ve kaçan miktar üstten gelenden daha mı çok? Neden bu kadar sözden, bilgiden, paradan kamu yararına istifade edilmez, hatalar azaltılmaz, yok edilmez gerçekten anlaşılması zor bir durum…

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in Saff Suresi 2. ayetinde “Ey iman edenler! Niçin yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” buyururken hemen arkasından gelen 3. ayette de “Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” buyurarak bize dikkatli ve sorumlu konuşmamızı emretmektedir. Bu sözlerin dikkate alınmasında gevşeklik yapılması, apayrı bir sorumsuzluk olmaz mı?

Sen ne söylersen söyle ben bildiğimi yaparım kafası, gelişmemiş bir kafadır. Sen istediğin kadar feryat et, ben istediğim kadarını duyarım, gerekirse hiç duymam kafası, kişinin hatasını düzeltmeye kapalı olmasıdır. Senin bildiğin ne ki, ben onların hepsini unuttum yaklaşımı, insanların kendini düzeltmesini, güncellemesini zaaf olarak görmesi, kibrin ve nefsin tavan yapmasıdır.

Dostlar, suç gariptir ve sahipsizdir. O kadar olan bitene rağmen hiç kimse kendisine bir suç düşürmemekte, hep kabahati dışarda aramakta ve düzeltmeyi; yetkiliyse kendisinin daha çok yetki almasına, muhalefetse kendinin yetkili olmamasına bağlamaktadır.

Etraflıca düşündüğümüz zaman; hiç kimsenin yüzde yüz suçlu veya yüzde yüz masum sayılması akla ve hesaba uygun düşmemektedir. Bu kadar problemi tamamen dışımızda kabul etmek akıl işi değildir. Problemlerin varlığı ve düzelmesi de sadece iktidar tarafıyla veya muhalefet tarafıyla sınırlandırılamaz.

Ortada sorun varsa en az iki taraf vardır ve her bir tarafta da oranları farklı da olsa kabahat vardır. Gergin bir üslupla, dostça olmayan bakışlar ve davranışlarla, diyalogsuzlukla, önyargılı yaklaşımlarla problemlerin azalması, çözülmesi, sevgiye ve güzele evrilmesi hayaldir, gerçekçi değildir.

Her kesim için söylüyorum ki; iğneyi kendimize batırmadan, kendimizi eleştirmeden, bizim de kabahatimiz, suçumuz, günahımız var demeden yapılan konuşmalar, dozunu aşan eleştiriler, tehditler, boş ısrarlar, gereksiz inatlaşmalar, icra ya da öneri olarak ortaya konulan çözümler gerçekçi, etkileyici ve kalıcı olmayacaktır.

Unutulmamalıdır ki, Kamu adına kullanılan yetki de; kullananlara ilanihaye verilmiş bir güç değildir, sürelidir. Gün gelir el değiştirebilir. O halde yetkiyi kullanırken; sonra yetkilenecek kişilerin doğru kullanmasına da örnek teşkil edilmelidir.

Yönetici taraf elindeki yetki ve fırsatları tamamen kendi lehine olacak gibi davranmamalıdır. Her zaman adil olmalı, hak-hukuk gözetmeli, hem kendi tarafını hem de başkalarını mutlu edecek bir üslupla sözler söylemeli, icraatlar ve düzenlemeler yapmalıdır.

Eğer yetkiliysek, hem bu günümüz hem yarınımız için doğru olan davranış şeklini göstermeliyiz. Bizden sonrakilere iyi örnek olmanın bugünkü modeli olmalıyız. İzan ve insaf ölçülerini asla göz ardı etmeden, vicdani ve insani olmayan her türlü duygu, düşünce ve davranıştan da uzak olarak yönetmeli, insanların yaşama kalitesini artırmalı, milli varlığı ve darlığı, milli çokluğu ve yokluğu mümkün olduğu kadar adil paylaşmalı, toyu, bayramı, mutsuzluk ve mutluluğu birlikte yaşamalıyız.

Esasen iyi yaptığımız ve yapacağımız doğrular hem kendimiz için inşa edilecek güzelliklerin alt yapısı hem de yarının güzel örnekleri olacaktır.

Sözün özü değerli dostlar kim olursak olalım; anlayışımızı bencilikten uzaklaştırmalı, topluma da kucaklayıcı ve diğerkâmlık anlayışıyla, duygudaşlık yaklaşımıyla yaklaşmalıyız.

Nasıl ki; ekonomi için geçer akçe para, para, para ise;

Nasıl ki; barış için olmazsa olmaz sabır, sabır, sabır ise;

Huzur için, güzellik için, birlik için, kardeşlik için, mutluluk için vazgeçilmezimiz de sevgi ve saygıdır.

Sevgi-saygı bir seviye göstergesidir. Bizim gibi kadim bir kültüre bu yakışır ve kim yaparsa mutlaka karşılığını alır. Sevgi ve saygıyla kalınız değerli dostlar…

Kaynak:  https://www.insanidegerler.org/5535/bal-yiyen-agizla-bal-yeme-denmez