Zayıfları Ezmek Ne Kadar Kolay

Zayıfları Ezmek Ne Kadar Kolay!

Geri kalmış, hukukun ve demokrasinin olmadığı ya da ağır aksak işlediği toplumlarda her zaman güçlü zayıfı ezer. Bu yönü ile despotların, zorbaların ve diktatörlerin çoğalmasının ve cesaretlenmesinin nedeni; zayıf ve güçsüz insanların varlığıdır.

Allah insanlara akıl vermiştir. İnsan aklını kullanmaz ise ne cesareti kalır ne de mücadele azmi. Zira güçlülerin ve muktedirlerin zayıf insanlara yaptığı haksızlık ve zulmün altında da zayıfın zaafları, cesaretsizliği, korkaklığı ve pısırıklığı vardır.

Toplumda zayıf olarak değerlendirilen geniş kitlelerin güçlü olmaya çalışmadığına, aklını ve cesaretini kullanmak yerine; muktedirlerin yanında görünmeye çalıştığına şahit oluyoruz. Hatta bu insanlar; haksızlığa ve zulme karşı çıkacaklarına, güçlü olanın yanında durmayı yeğlemektedir. Bu zulmü alkışlamak ve ortak olmaktır.

Toplumda zayıf görünen kesim; korkmadan, akıl ve cesaretini ortaya koysaydı, yapılan bunca haksızlıkların da önü alınmış olurdu. Çünkü zalimler ve haramzadeler aynı zamanda korkak olurlar. Bilirler ki, azim ve cesaretini toplamış, her türlü adaletsizliğe ve hukuksuzluğa karşı duran bir toplum, onlar için büyük tehlikedir. O nedenle zulme hukuk ölçüsünde, şiddete başvurmadan başkaldırmak ve meydanı zorbalara bırakmamak gerekir.

Hak ve hukuklarının farkında olmayan, onları korumak için her türlü tehlike ve riskleri göze almayan insanların yaşadığı ülkelerde zalimlerin, zorbaların ve diktatörlerin ardı arkası gelmez.

İktidarların işçi, memur, emekli, esnaf vs. kesimleri ezmesi… Onların hak ve hukuklarını göz ardı etmesi…Bu kesimlerin ezici çoğunluk olmasına rağmen sessiz kalmayı tercih etmeleri ve verilen sadaka gibi artışlara rıza göstermeleridir. Aynı iktidar; gücü elinde bulunduran sermaye kesimine ses çıkaramamakta, onlara şirin gözükmek için her yolu denemektedir. Halka vergi üstüne vergi koymak, sermeyenin ise vergi borçlarını silmek bunun en bariz örneğidir.

Fakire ve zayıfa sabır ve şükür önerenler, kendileri lüks ve şatafat içinde yaşamaktadır. Bu nedenle zayıfın güçlüye karşı kendi hakkını koruması, kurulu nizama aykırı davranmak değildir. “Hak verilmez alınır.” “Biat ve sessiz kalma” ise dar gelirlileri daha zayıf ve itibarsız hale getirir. Acımasız muktedirler ve haksız kazanç peşinde koşanlar; elinde bulundurduğu maddi manevi gücü kendinden zayıf gördüklerinin üzerinde kullanan acımasız kapitalist düzenin uşaklığını yapanlardır.

Dünyaca ünlü Rus yazar Anton Çehov’un “ÖDLEK” adlı öyküsünü okudunuz mu? Günümüz Türkiye’sine ne kadar çok benziyor.

ÖDLEK

“Birkaç gün önce, evde çocuklarıma ders veren öğretmen hanımı çalışma odama çağırmıştım.

“Otur, Julia Vassilyevna” dedim. “Aramızdaki hesabı kapatalım. Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da resmi bir merasimde bekler gibi bekleyeceğini ve bir türlü kendiliğinden gelip alacağını istemeyeceğini biliyorum. Neyse, gelelim hesabımıza: Ayda otuz rubleye anlaşmıştık…”

“Kırk.”

“Hayır, otuz. Not etmiştim, çok iyi aklımda. Hem ben öğretmenlere her zaman ayda otuz ruble öderim. Bu duruma göre; buraya geleli iki ay oluyor, dolayısıyla…”

“İki ay beş gün.”

“Tam tamamına iki ay. İşe başladığın günü özellikle not etmiştim. Bu demektir ki, altmış ruble kazanmışsın. Ancak sen bu iki aydan pazar günlerini çık… biliyorsun ki, pazarları Kolya’ya bir şey öğretmedin, sadece beraber yürüyüşlere çıktınız. Ve üç tatil günü…”

Julia Vassiyevna kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi ve öfkeden iki eliyle sıkı sıkı entarisinin eteklerine yapıştı. Fakat hepsi bu kadar…tek bir çıt dahi çıkarmadı.

“Dokuz Pazar, üç tatil günü, yani on iki rubleyi çık! Dört gün Kolya hastaydı, dolayısıyla ders falan vermedin, zaten o sıralarda Vanya ile uğraşıyordun. Üç gün de bir diş ağrısı yüzünden çalışmamıştın ve karım sana öğleden sonraları dinlenmen için izin vermişti. On iki, yedi daha… eder on dokuz. Altmıştan çıkar, geriye ne kalır?.. Hımm… Kırk bir ruble. Tamam mı?”

Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, yaşla dolmağa başlamıştı bile. Çenesi hafifçe titriyordu… Sinirli sinirli öksürdü, hızla burnunu sildi. Ancak hepsi bu kadar…tek bir çıt yok.

Yılbaşı’na yakın bir gün, bir çay bardağı ve bir de tabak kırmıştın. Bunlar için de iki ruble çıkar. Çay bardağı dededen kalma antika olduğu için aslında iki rubleden çok daha fazla ederdi, ama neyse…boş ver. İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki! İhmalin yüzünden Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve ceketini yırtmıştı. Onun için de on ruble say. Yine senin dikkatsizliğinin yüzünden hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı! Evde tüm olup bitenleri dikkatle izlemen gerekir. Sana bunun için para veriyoruz. Dolayısıyla beş ruble daha çık. Ocak ayının sonunda sana on ruble vermiştim…”

“Hayır, böyle bir şey yapmadınız!” diye Julia Vassilyevna zorlukla yutkunarak cevap verdi.

“Not etmiştim. Yanlış olmama imkân yok!”

“Şey… Peki, öyleyse.”

Kırk birden yirmi yediyi çıkar… kalır sana on dört.”

Kızcağızın şimdi iki gözü birden yaşla dolmuştu. Küçücük şirin burnunun altında da ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Zavallı kız!”

“Şimdiye kadar bana bir kere para verildi” diye titreyen sesiyle konuştu. “Ve o da sizin karınız tarafından. Hepsi üç ruble, fazla değil.”

“Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim! On dörtten üç daha çıkar…kalır on bir. Al azizim, işte paran: Üç, beş, dokuz, on, on bir. Tamam mı?”

On bir rublesini de avucuna koydum. Uzandı, aldı ve titreyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu.

“Mersi” diye boğuk bir sesle fısıldadı.

Birden yerimden fırladım ve başladım odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye. Sinirlerim son derece bozulmuş, kan tepeme fırlamıştı. Kızgın kızgın;

“Ne için bu… ‘Mersi’” diye sordum.

“Verdiğiniz para için.”

“Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun Aman Tanrım! Ne biçim insansın sen, görmüyor musun ki, seni göz göre soydum! Daha ötesi ver mı bunun, paranı çaldım! Ve sen hâlâ ‘Mersi’ diyorsun!”

“Bundan önce çalıştığım yerlerde hiç vermemişlerdi.”

“Hiç mi vermemişlerdi? Şaşırmaya da gerek yok ya! Bana gelince, sana ufak bir şaka yaptım. Sırf ders olsun, öğrenesin diye bu insafsızca yolu seçtim… Merak etme, seksen rublenin tamamını da sana vereceğim! Al işte, hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor… Ancak bir insanın bu kadar pısırık olabileceğine de hâlâ inanamıyorum! Neden haksızlığa baş kaldırmıyorsun? Dünyada bu denli yüreksiz, tabansız olmak mümkün mü? Bu kadar ödlek olmak?”

Acı bir gülümseme dudaklarının kenarında kıvrıldı. Yüzündeki ifade, “Mümkün”, diyordu.

Kendisine zalim bir yoldan ufak bir ders verdiğim için özür diledim. O hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken eline seksen rubleyi sıkıştırdım. O yine her zamanki ‘Mersi” diye mırıldanır gibi üst üstü defalarca teşekkür etti ve odadan çıktı. Arkasından bakarken kendi kendime düşünüyordum:

“Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar kolay!”

Dr. Ali Yılmaz