31 Mart Vakası

31 Mart Vakası

Bir süredir kulaklarımda belli belirsiz bir ses, aklımda iki kelime var. Dönüp dolaşıyor beynimin içinde. Gözlerimin önüne sık sık tarih kitaplarından gördüğüm siyah beyaz bir kare geliyor. Açıp kapıyorum gözlerimi. Yok. Meşgul olup başka işlerle dolduruyorum günümü. Bana mısın demiyor! Gitmiyor gözümün önüne gelen o kare. Susmuyor kafamın içindeki ses.

“Anlasana arkadaş! Ben gitmem artık oradan. Çıkart beni dışarı. De anlatmak istediklerini, saç kelimelerini ortalığa” diyor.

Sonunda teslim olup açıyorum bilgisayarımı. Başlıyorum yazmaya. Yazmak böyle bir şey zaten. Bir kere düştü mü o fikir aklınıza. Yazmadan rahat bırakmaz sizi. Çaresiz boyun eğersiniz kelimelere. Ben de öyle yapıyorum ve atıyorum yazımın başlığını tam da buraya: 31 MART VAK’ASI

Sahi hükümet özellikle mi seçmişti bugünü? Yoksa 31 Mart tamamen tesadüfi bir gün müydü?

Bence ben abartıyorum. Tarihi de çok sevdiğim için hayatın doğal akışındaki olaylardan bir ipucu, gizem, farklı anlamlar çıkarmaya çalışıyorum besbelli. Lafı fazla uzatmadan en iyisi diyeceklerimi diyeyim siz karar verin. Bakalım bu yazının sonunda ne düşeneceksiniz? Dudağınızın sol kıvrımını hafifçe bükerek tebessüm edecek misiniz? Aklımdakilerin hepsini anlattığımda şaşkın, öylece kalıverecek misiniz acaba? Bir yoklayın kendinizi.

Yenilik ve modernlikleri getireceği sözüyle tahta çıkan 2. Abdülhamit, 1876’da Meşruti yönetimi ilan etmiş, ilk Osmanlı Anayasası Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koymuştu. İki çeşit meclis açılmıştı. Birisi halkı temsil eden milletvekillerinden oluşan Meclis-i Umumi (Genel Meclis), diğeri yöneticilerini doğrudan padişahın atadığı Meclis-i Ayan (padişahın özel danışma meclisi) idi.

Yeni padişahın hükümranlığının üzerinden daha bir yıl geçmişti ki 1877-78 Rus-Osmanlı savaşı çıktı. Meclis-i Umumi de savaş ve harcamalar eleştirilince padişah, fesih yetkisini kullanarak meclisi süresiz kapattı. Yani meşrutiyeti ilan ederek, meclisin açılmasına onay veren gücün aynı zamanda meclisi kapatabilme yetkisi de bulunabilmekteydi. Demek ki modernlik böyle bir şeydi.

Meclis bugün açılır, yarın açılır diye diye tamı tamına 33 yıl geçti. Bu süre zarfında Güzel sanatlar akademisinden, öğretmen okullarına, küçük çaplı fabrikalardan kadınların az da olsa toplumsal hayata karışmasına kadar birçok yenilik yapıldı. Hakkını teslim edelim 2. Abdülhamit dönemi olmasa Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri daha geç atılırdı. Döneminde gerçekten de Osmanlı Halkının dirlik ve düzeni için büyük bir çaba gösterdi. Ama ufak tefek zaafları da vardı. Suikaste uğramaktan ve eleştirilmekten çok korkuyordu. Nitekim kendisinden önceki padişah bir gün tıraş olurken banyoda ayağı kayıp düşmüş nasıl olduysa tıraş bıçağı da şah damarını bulup kesmişti. Kader diyelim. Allah rahmet eylesin. İşte böyle elim bir olay sonucu 2. Abdülhamit tahta çıkmıştı. Etrafından kendisine ihanet etme ihtimali olan herkesi uzaklaştırdı. Yıldız Sarayında geniş çaplı bir istihbarat teşkilatı kurdu. Kendisine ulaştırılan yerli yersiz tüm istihbarat bilgilerini değerlendirdi. Muhalif gazeteleri kapattı. Yeniden yönetime uygun bir basın ordusu kurdu. Yurt dışında kendisini övücü yazılar yazan gazetelere ve gazetecilere çeşitli destekler, hediyeler gönderdi. Tabi bu konuda çok para kaptırdığı yıllar sonra bu dönemi araştıranlar tarafından yazıldı çizildi. Ayrıntıya girmiyorum. Eleştiriye açık değildi. Kendisine zarar gelecek bütün düşünürleri bir şekilde başkent İstanbul’dan uzaklaştırmanın bir bahanesini buldu.

Kapanan Meclis-i Umumi sonrası doğrudan kendisine bağlı, üyelerini de kendisinin atadığı Meclis-i Ayan ile tıkır tıkır ülkesini en harika şekilde yönetmeye başladı.  Gençlere çok önem veriyordu. Yabancı dil öğrenmeleri, çağdaş eğitim almalarını istiyordu. Galatasaray Lisesi onun zamanında açılmıştı. Verdiği modern eğitimi ile gurur duyulan bir müessese idi. Bence hala da öğledir. Çok şükür böyle köklü kurumlarımız günümüze kadar ulaşabilmiş.

Gün geldi o çok güvendiği gençler kendisi ile aynı düşünceleri paylaşmadı. Baskı olarak adlandırılan bu istibdat dönemini önceleri gizlice, güçlendikçe de alenen eleştirmeye başladılar. Zamanla çıkardıkları yayın organları ile halkın büyük bir bölümüne ulaştılar. 33 yılın sonunda beklenmeyen bir şey oldu. Halk yenilikçiler ve var olan düzenin devam etmesini isteyenler diye ikiye bölündü. Gençlerin kurduğu o gizli örgüt İttihat ve Terakki ismi ile siyasi bir partiye dönüştü.

İttihat ve Terakki’nin amacı baskılara ve tek sesli yönetime son vermek, toprak kayıplarını durdurmaktı. Aslında görünüşte kaybedilen toprak yok gibiydi. Fakat Osmanlı’da iş yapmak üzere gelen yabancı şirketlere çok büyük imtiyazlar tanınmıştı. Kısa süre sonra bu durum Osmanlı gelirlerinin azalmasına sebep olmuş, gelen yabancılar kazanmıştı. Mesela Bağdat Demiryolu adlı bir proje başlatılmıştı. Osmanlı topraklarından geçip Bağdat’a kadar gidecek olan bu demiryolu üzerindeki araziler, yabancıların yönetimine bırakılmıştı. Bu durumu eleştirmeye kalkan olursa muhbir ve ülkenin birliğini bozmaktan tutuklanıyor ya da cezalar alıyordu. Bu gibi örnekler çoktu. Bu düzen böyle gidemezdi. Hoşnutsuzluk almış başını gitmişti.

Sonunda Abdülhamit durumu daha fazla idare edemedi ve 2. Meşrutiyet ilan edildi. Aslında meşruti yönetim vardı zaten de anayasa yeniden yürürlüğe girmiş oldu. Meclis-i Umumi yeniden açıldı. O yüzden tarihimizde meclisin açılıp yeniden işlerlik kazanması 2. Meşrutiyet olarak adlandırılır. Halk rahat nefes aldı, gençler mutlu oldu. İttihat ve Terakki meclisin siyasi partisi olarak çalışmaya başladı. Hükümeti kurdu. Adı yenilik ve özgürlük ile anıldı. Başlangıçta aldığı kararlar halkın ve ülkenin yararına idi. Fakat gücü eline geçirdikçe halkın yararına olan kanunlar birden sertleşti. Padişahın yetkilerini kısıtlamaya ve hatta padişahın yetki sınırlarını zorlamaya dayandı. Yenileşme hareketine umut bağlayanların sevinçleri kursaklarında kaldı. Bu sefer de hükümetin gücü eline geçirmesi sonucu yeniden bir baskı iklimi oluşmuştu.

Özetle, tarihte 31 Mart Vak’ası olarak adlandırdığımız olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kayıplarının engellenememesi, İttihat ve Terakki adlı siyasi partinin yönetime müdahale edecek güce ulaşması, okuldan yetişmiş subaylar ile er ve erbaşların arasında siyasi çatışmaların yaşanması, İttihat ve Terakki’ye karşı geniş çaplı muhalefetin başlaması, dönemin bazı gazetelerinin İttihat ve Terakki’yi hedef alan yazılar yazması, İttihat ve Terakki aleyhinde yazılar kaleme alan Serbesti gazetesinin yazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, Siyasi istikrarsızlığın ve iç karışıklıkların önüne geçilememesi sonucu çıkmış bir ayaklanmadır. Hükümetin isyanı bastırmakta yetersiz kalması ve Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu’nun Selanik’ten gelerek isyanı kısa sürede bastırması sonucu 13 gün süren olaylar yatıştı. Mustafa Kemal, Hareket Ordusu’nda kurmay başkanı olarak görev almıştır.  31 Mart Olayı, ordunun yeniliklerin yanında yer aldığı ilk olaydır. 31 Mart Olayı ile; 2. Abdülhamit tahttan indirilmiş yerine 5. Mehmet Reşat, tahta geçirilmiştir. 2. Abdülhamit, meclis kararı ile tahttan indirilen ilk padişahtır.

Gelelim aklımdaki seslere. Yerel seçimlerin 31 Mart 2024 günü yapılacağını öğrendiğimden beri işte bu iç sesim ile tarihi bilgilerim kavga ediyor. Sürekli şöyle söylüyor bana: İktidarın gücü ile şekillenen bu eğitim sisteminde yetişen çocuklar ya doğruyu görecek ya doğruyu görecek. 31 Mart 2024 günü Hareket Ordusu ile Mustafa Kemal Selanik’ten İstanbul’a gelmedi. Ama onun kurduğu ve bir daha benzer olaylar yaşanmasın diye temellerini attığı ilkeler her türlü baskı ve din sömürüsü yapan siyasi çıkar sahiplerine dur dedi. Yetiştirdikleri gençlere güvenen muktedirler yine kendi yetiştirdikleri gençlerine nefes aldırmamalarının sonuçlarını 31 Mart 2024 günü gördüler. Bütün kaynakları tek elde toplayıp halkı sömüren muktedirler çok yakında halkın kararı ile tahtlarından indirileceklerdir. Çünkü kim gelirse gelsin. Bu haksız düzen karşısında öyle bir Hareket Ordusu oluştu ki geldikleri gibi gidecekler.

Berna Deveci

BFDK Üyesi