MÜFETTİŞ VE YARGIÇ
İBB Başkanı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemi nedeniyle ilgili, 27 konuda soruşturma izni verilmesi üzerine ön incelemeyi yürüten mülkiye müfettişi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu dilekçesini düzenleyen İmamoğlu’nun avukatı müfettiş için; “gerçeğe aykırı beyanla müvekkilin sorumlu gösterilmesi” ve “kasıtlı hareket eden” cümlelerini de kullanmıştı.
Müfettişin 2015 seçimlerinde AKP Mersin milletvekili adayı olduğu da medyada yazılmıştı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, astırdığı “Ya Kanal Ya İstanbul” afişleri nedeniyle, Kanal İstanbul “devlet projesi” denilerek başlatılan soruşturmada görevlendirilen Mülkiye Başmüfettişinin de 2002’de DYP’den 2007’de de Demokrat Parti’den aday olup, emekli olmasına karşın AKP döneminde yeniden Mülkiye Başmüfettişi yapıldığı basında yer almıştı.
Aslında müfettişlerin herhangi bir partiden aday olmaları yasal hakları olup asıl olan görevlerini tarafsız olarak yerine getirmeleridir. Biz yukarıda sözü geçen müfettişler için bir yorumda bulunmak yerine genel olarak müfettişlerin istisnada olsa taraflı ve kasıtlı hareket edip edemeyeceklerini benim yaşadığım ve yargıdan geçen bir olayla irdelemek istiyorum.
Anayasa Mahkemesi önceki Başkanlarından Mustafa Bumin, Yener Süsoy’a 04.05.2004 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yaptığı açıklamalarında yargıda taraf tutan müfettişler olduğunu söylemişti. Bumin, özellikle bakanların gönderdiği müfettişlerin taraf tuttuğuna dikkat çekerek: “Yüksek Mahkemeler tam anlamıyla bağımsız, ama yerel mahkemelerin sıkıntıları var. Mesela bakanın gönderdiği müfettiş pekâlâ taraflı olabiliyor. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğim sırasında bunun çok örneğini gördüm. Diyelim müfettiş gidip 15 kişinin ifadesini aldı. Bunların 12’si o hakim, savcı için fevkalade dedi, 3 tanesi de olumsuz söyledi. Müfettişin 12’yi atıp sadece 3 olumsuzu getirmesi mümkün” demişti.
EMİR VE TALİMAT ALANIN, EMİR VE TALİMAT ALMASI YASAK OLANI DENETLEMESİ!
Şimdi yürürlükte olmayan Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmenliğinin 4 maddesinde; “Müfettişlere, Bakan ve Başkan dışında hiçbir yerden emir verilemez” kuralı vardı.
Anayasanın 138 maddesi ise: “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” demekteydi.
Yani Bakan veya başkandan emir alan müfettiş, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin emir ve talimat veremeyeceği mahkemeleri ve hakimleri denetleme yetkisine sahipti!.
Hakimlik mesleğim de ben de kasıtlı ve gerçeğe aykırı iftira niteliğinde bir müfettiş raporu ile karşılaştım. Hal kağıdı da denen raporlar o tarihte gizli olduğundan yıllar sonra Bilgi Edinme Yasası yürürlüğe girince, içeriğini öğrendim yargı yoluna başvurdum. Dilekçemde; “Benim feryadım 37 yıl onurumla namusumla ve mesleğin tüm etik kurallarına eksiksiz uyduğum halde böyle bir gerçek dışı utanmasam iftira demem gerekli bir iddiaya uğramaktır” diye yazmıştım.
Ayrıca bu rapor dışında hakkımda diğer raporları düzenleyen 36 Başmüfettiş ve müfettişin görüşlerinin çok olumlu olduğunu hatta Yargıtay üyeliğine seçilmesi gerekir kaydının bulunduğunu da bildirmiştim.
Meslek yaşamımda karşılaştığım taraflı ve kasıtlı bu müfettiş raporunda benim “Somut olay ve kanıt gösterilmemekle birlikte halkla olan münasebetlerimde gerekli mesafeyi korumada güçlük çektiğim” belirtilerek görev yerimin değiştirilmesi istenmişti.
O günkü HSYK bu rapora göre beni Sarıyer’den alıp İstanbul adliyesine atadı ve “hukuk hâkimi” unvanım “hâkim yardımcısına” dönüştü.
Rapor gizli olduğundan yıllar sonra Bilgi Edinmeyle ilgili yasa çıkınca bu rapora ulaşabildim. Raporun iptali için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde açtığım 2010/919 esas sayılı davayı 2011/277 sayılı kararla kazandım ve rapor iptal edildi.
İstanbul 7. İdare Mahkemesi kararı gerekçesinde “davacının katıldığı kurslar, seminerler, yayınları ile dava konusu yıldan önceki ve sonraki tüm sicillerinin iyi olması ayrıca halkla ilişkiler, arkadaş seçimi ve otoritesi konusundaki değerlendirmelerin bir anda olabilecek olgular olamayacağı, bu tespitlerin takip eden teftişlerde teyit edilememesi karşısında dava konusu hal kağıdının objektif kritere ve bu haliyle hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır” denilmekteydi.
Yani yargı müfettiş raporunun “objektif” olmadığına ve “hukuka uygun olmadığına” karar vermişti.
Anılan karar Danıştay İkinci Dairesinin esas 2011/4074 ve 2012/1752 sayılı kararı ile onanmış ve diğer kanun yolları da tamamlanarak kesinleşmişti.
Fakat ben emekli olduğumdan bu karar manevi olarak onurumu ve vicdanımı rahatlamak dışında bana hiçbir katkı sağlamamıştı.
Burada önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. Hakkımda düzenlenen bu rapor öncesinde bir bakanın eşiyle ilgili bir ödence davasına bakmıştım. O davada; dava hakkında benimle özel görüşme isteklerini kabul etmemiştim. Hakkımda müfettişin düzenlediği raporla bu olayın bir ilgisi var mı bunu da bilemiyorum. Ayrıca çağdaş düşünen, Atatürk ilkelerine bağlı, geleceği açık yargıçların, o zaman erişilmesi ve bilgi edinilmesi yasak olan raporlarla sicilinin bozulduğu da konuşulmaktaydı.
Hakkımda objektif ve hukuka aykırı bu raporu düzenleyen başmüfettiş Hakkı Manav kimdi?
Yeniçağ Gazetesinden Orhan Uğuroğlu 10 Mayıs 2019 günlü yazısında Hakkı Manav’ın YSK’dan emekli olduktan sonra Ankara Halk Ekmek Fabrikası Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığına getirildiğini tekrarlayarak yazısına şöyle devam etmektedir:
“Değerli okurlarım,
31 Mart yerel seçim öncesi Mansur Yavaş’ın, aleyhine Tweet’ler attığı için görevden alacağını söylediği Halk Ekmek Genel Müdürü Ahmet Sarıduman’ın Mart ayında maaşı net 35 bin 717 liraya, yardımcılarının maaşı da net 23 bin liraya yükseltildi….
45 yıl hakimlik yapan Hakkı Manav’ın bir belediye şirketinde AKP kurucu üyesi ve eski milletvekili emrinde ya da şöyle diyelim, Belediye Başkanın emrinde görev alması ne kadar etik?”.
Bu konuda Sözcü yazarı Saygı Öztürk’ün 10 Mayıs 2019 cumhuriyet.com.tr de de yayınlanan yazısında:
“Dönemin Başbakanı Erdoğan, dönemin Adalet Bakanı’ndan, bakanlık müsteşarlığına Hakkı Manav’ın getirilmesi için kararname hazırlanmasını istedi. Kararname hazırlandı, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayına sunuldu. Sezer, kararnameyi imzalamadı. Daha sonra yine gönderildi, yine imzalamadı” demekte ve ayrıca özetle kızının düğününe zamanın Başbakanın da katıldığından söz ettikten sonra adı geçenin Yargıtay üyeliğine ve YSK üyeliğine seçildiğini, Mansur Yavaş’ın seçime hile karıştırıldığı iddiasıyla oyların yeniden sayılmasına ilişkin itirazına ret oyu kullandığına dikkat çekmektedir.
Hakkı Manav’ın 2012 yılında kızları ve damadının bir ay gibi kısa bir süre görev yaptıktan sonra üçüncünde Ankara’ya alınması TBMM de soru önergesine konu olmuştu.
Konuyla ilgili Google’daki bir yazıda aynen şöyle denilmektedir:
Hakim, savcı ve avukatların üyesi olduğu “adalet.org” adlı internet sitesinde, önceki gün ilginç bir şiir paylaşıldı.
“Benim de babam Manav olsaydı” başlıklı şiirde yer alan, “Babam manav olsaydı kuradan nereyi çektiğim/Şırnak, Van, Ardahan ya da Hakkari fark etmezdi/Gitmezdim oraya ya da gitsem bile ev tutmazdım, dert etmezdim/Ama benim babam manav değil, bir inşaat ustasıydı” ifadeleri dikkati çekti.
Hakim ve savcılar, paylaştıkları yorumlarda da Yargıtay üyesi Manav’ın kızları ve damadının Ordu ve Şırnak İdil’deki hakimlik ve savcılık görevlerini sadece bir ay yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı tarafından Ankara’da görevlendirildiklerini kaydetti.
İzzet DOĞAN
Em. İstanbul Hakimi
TÜKONFED Hukuk Kom. Başkanı